Vita Activa

Vita Activa, insan etkinliklerinin tümünü temsil eden bir terimdir.

Arendt’in bu terimi, İnsanlık Durumu eserinde temel argüman olarak kullanılır. İlk olarak 1958’de yayımlanan eserde kullanılan ‘Vita Activa’ kavramı ile batı felsefe geleneği olarak bilinen Latince ‘Vita Contemplativa’ ya da ‘Hristiyan geleneğinde tefekkür yaşamı’ karşısında bireyin yönelişini gelenekten soyutlayarak kendi yorumunu kattığı ‘bireyin eylemini kurtarma uğraşı veya bireye kaybettiği değeri geri kazandırma uğraşı’ olarak bu terimi anlamak, ‘Emek, İş ve Eylem’e’ bu anlamda normatif değerler yüklemek mümkündür. Tarihsel perspektifte ele alındığında ‘Vita Activa’, Antik Yunanistan'dan izler taşımakta olup Aristoteles’in bios politikos'undan anlamsal olarak kaynaklık etmektedir. Terimin anlamı siyasal ve kamusal sorunları adanmış bir yaşamdır. Kavramın temel unsuru ‘praxis’ ya da ‘eylem’ şeklinde olsa da ‘Vita Activa’ ile anlatıldığı varsayılan temel unsur bireyin kamuya açık her alanda takınması gereken tavır olarak nitelendirilen yaşam tarzı olan ‘hareketli yaşam, aktif yaşam’ şeklinde anlaşılmaktadır.[1] Terim Orta Çağ'da Antik Kent devletlerinin ortadan kalkışı ile asıl anlamını kaybetmiş ve dünya meseleleri ile her tür etkinliği kapsamaya başlamıştır. Modern düşünce ile gelenek bu noktada antinomik bir ilişki içindedir ki her iki Terim de insan erkinin ‘ister alanı’ temsil etmek üzere kullanılır. Ancak Arendt’e göre bu ‘Emek, İş ve Eylem’ etkinlikleri arasında yalnızca Eylem, bireyin ‘ister alanı’ tam anlamıyla oluşturulabilecek bir etkinliktir.[2] Emek ve iş ise yaşamını sürdürebilmesine yönelik olan etkinliklerdir. Eski şehir Devletleri emek, iş ve eylemi farklı şekilde sınıflandırırken her geçen günü Sekülerleşen birey için artık böyle bir sınıflandırma yoktur. Modern dünyada üretim ve tüketim zinciri içinde bütün etkinlikler Emek adı altında toplanmıştır.

Emek

Bireyin kamuya açık her alanda örgütlenebileceği alanları anlatırken Arendt üç farklı siyaset üretme biçiminden bahseder ki bunlardan ilki Emek alanıdır. İnsanlık Durumu ‘nda Arendt, çalışan insanın değil, çalışma etkinliğinin ulaştığı modern biçimi irdeler. İnsanın tüm etkinliklerinin yaşamı kazanmak amacına indirgenmesinin, yaşamın insaniliğini yok etmesi ile ilgilenir. Ona göre, toplumda bu eğilime karşı olan insan sayısı gün geçtikçe azalmaktadır[2] Arendt ele aldığı bölümün başlangıç cümlesinde şöyle der: “Bu bölümde Karl Marx eleştirilecektir”.[2] Bu eleştiride Arendt, Karl Marx’ın emek kavramını ele alırken iş kavramını yok saydığından emeğin bir parçası olarak işi tanımlamasını yanlış bulur.[3] Çünkü Hannah Arendt, birey olabilme uğraşı içindeki işçinin sarf ettiği emeğinin yüceltilmesi ile bu emeği verirken maddi bir değer karşısında bireyin nasıl köleleştirdiğini İnsanlık Durumu ‘nda ‘Animal laborans’ kavramını vererek açıklamaktadır. Arendt’e göre işçiyi mekanik anlamda emek gücüne sahip bir varlığa indirgemek, hem çalışan hayvan anlamında kullandığı ‘Animal laborans’ın meşrulaştırılması bakımından da kapitalizmin ideolojik tuzağına düşmek demekti. Arendt’in kurduğu bu düzende ‘Animal Laborans’, homo-Faber’e bahşedilmiş yeteneklere sahip olmayan ancak hayatını ikame ettirebilme noktasında çaba sarf eden canlı olarak ele alınmaktadır.Bu yüzdendir ki Emek eyleminin icra edildiği kamusal alan bireyin özgürlüğünün kısıtlı olduğu en dar alandır. Vita Activa’nın ilk etkinliği olan emek Arendt’in tanımıyla, insan vücudunun biyolojik sürecine karşılık gelir. Arendt, bireyin biyolojik yaşam fazını üçe ayırır; büyümesi, metabolizması ve muhtemel çöküşü. Bu üç faz bireyin yaşam süreci içerisinde emek yoluyla aynı anda üretilen ve beslenen yaşamsal zorunluluklara bağlı olarak yaşayan insan bedeninin biyolojik yaşam sürecine karşılık gelen bir etkinlik olarak tanımlar.[2] Burada etkinlikte ifade edilmek istenen temel unsur şudur. Birey her ne kadar günümüz dünyasında devlet erki tarafından sağlanan güvenceler, yasalar ile korunuyor olunursa olsun bu ‘Emek’ alanı aslında bireyin kendini olması gerektiği şekilde ifade edebileceği özgür bir alan değildir. Bu noktada Marxist bir anlatım benimsenebilir. Karl Marx, kaleme aldığı Kapital’inde ‘Antik dönemde, bilim ve felsefenin gelişmesine izin veren “leisure” (serbest zaman), sanayi toplumuna geçiş sürecinde, insanın çalışmaktan kaçamayacağı, çalışmamanın kötü sayıldığı yeni bir anlam yüklenir. Bu anlam İşçi sınıfının kapitalizmi yıkma ve sömürüsüz bir dünya kurma kapasitesi emeğine içkin değildir. Çalışma saatlerindeki en yoğun artış, 19.yy.’ın ilk yarısında gerçekleşti. Bu dönemde yeni yapılan makinelerle yarışan emekçi, günümüzdekinden çok daha yoğun bir çalışma temposu içindeydi.’ Derken günümüz kapitalizminin geldiği son noktayı öngörecekti.[4] Siyasal mücadele işine giren işçi sınıfı hem emeğiyle hem de eylemiyle tanımlanır hale gelir. Örgütlenen işçi artık siyasal bir aktördür, salt işçi değil. Dünyayı değiştirecek olan da emeği değil, acı çeken işçinin eylemidir. Bu açıdan bakıldığında Hannah Arendt de, siyasal olana kurucu önem atfeder. Bu alanı da zaten genellikle proletaryayı yöneten ve devlete verdiği vergilerle otoritesini meşru kılan ve devletin egemen egemen sınıf çıkarına hizmet ilkesi gereği burjuvazinin çıkarına hizmet edildiği alan olarak bu alanı ele alacaktı.

İş

Vita Activa’nın ikinci faaliyeti olan iş, insan varlığının doğal olmayanlığına karşılık gelir ve yapay bir şeyler dünyasına oluşturan aktivitedir. Sonuçta ürünü ortaya çıkarıcı bir süreci ifade eden bir etkinlik. Bununla birlikte insanın hazır olarak bulduğu dünyaya bir şeyler katarak, ölümlü hayata ve insani zamanın uçarılığına kalıcılık ve süreklilik kazandırır. İş, emeğin tarihsel anlam kazanmasını sağlayan bir etkinliktir. Emek ise yaşamsal zorunluluklara bağlı olan ihtiyaçları gideren ama varlığı şekillendiremeyen ve şeyleştirilemeyen bir etkinliktir.[2] İş, insanların varoluşunu bilgi birikimi ile birlikte dünyasızlığın içinden çıkarıp birey olarak tarihselleşmesinin ilk adımıdır. Bu şekli ile üretimi yönlendiren iş fikri, Arednt’e ürünün kalıcı olmasını ve varlığını üretimin sonsuz devamlılığına borçlu olarak bozulmadan sürdürmesini ifade etmektedir. Vita activa hiyerarşisinde, İş’in öne çıkmasının temel nedeni de budur.[2] Arendt iş kategorisini ele alırken “toprağın sürülmesi” ve “ıslah edilmiş toprak” metaforlarını kullanmaktadır. Ona göre insanın zorunlu ve asli emeği olan toprağın sürme faaliyeti, emeğin süreç halinde işe dönüşmesidir. Emek söz konusu etkinliğin gerçekleşmesine olanak sağladığı için son derece önemlidir ve toprak sürme faaliyeti emeği temsil eder. Gelecek nesillere bırakılan ıslah edilmiş bir toprak ise emek aracılığıyla ortaya çıkan üretimin ya da işin karşılığı olarak kullanılır.[3] İş aracılığıyla İnsan bir Homo-Faber’e yani çevresini ve kendisini dönüştüren yaratıcı bir varlığa dönüşmektedir. Homo-Faber araç- gereçleri, her tür iş ve imalatı belirler.[2] Alet yapan modern insan ürünleri sergileyebileceği bir pazar yeri oluşturur. Oluşturduğu bu pazar yeri ile homo-faber kendine ait bir kamu alanı oluşturabilir.[2] Arendt’e göre bilginin kullanımı anlamına gelen iş tarihi süreklilikten koparır ve ebedileştirir.[2] Tarihi kurmak için gerekli olan delilleri ortaya çıkarır. Böylelikle bir yandan geleneği diğer yandan Şimdiyi yakalamamıza olanak sağlayan bir araçtır. Masa ve sandalyeyi ortaya çıkaran bilgi ve beceri insanın nesilden nesile süregelen ebedi bir varlık olduğunu ve şimdinin kavranmasına imkân tanıyarak kanıtlar. Bir belge niteliği taşıyan İş’ler olmasaydı geçmiş ile gelecek arasında bağ kurmak mümkün olamazdı. Arendt’ göre insanı dünyanın gerçek olabilmesi işe bağlıdır. Iş ise tarihte eylem ve konuşmaya yer sağladığı ölçüde değerli bir faaliyettir.[3]

Eylem

Eylem, insanın ‘’Praxis ‘’yanını ifade eder ve Vita Activa’nın son etkinliğidir. Arendt için eylemek; inisiyatif almak, bir şeyleri harekete geçirmek ve başlamak şeklinde tanımlanır.[2] Bu kavramı insani çoğulluk durumuyla bağlantılı olarak ele alarak siyasi bir anlam yükler. Böylece eylem, maddenin aracılığı olmadan insanlar arasında geçen tek etkinlik olarak tanımlanır.[2] İnsana özgü olan bu etkinlik sayesinde, siyasi yapılar kurulur ve kurulan siyasi yapılar muhafaza edilerek belleği, yani tarihi oluşturur.[2] Konuşma insanın özgürlüğüdür. Arendt insanı diğer canlılardan ayıran yetinin düşünce değil konuşma olduğunu ifade etmektedir. Bu düşüncesini Aristoteles’ ten etkilenerek ortaya koymuştur. Aristoteles’ e göre, insanın ‘’Zoon Politicon’’ ya da ‘’ Politik Hayvan’’ olduğunun en büyük kanıtı konuşma yeteneğidir. İnsanın konuşma yetisi, onun toplum ve doğa yaşamı için belirlendiğinin göstergesidir. Aristoteles‘in amaçsal bir biçimde ele almış olduğu konuşma yetisini, Arendt politik deneyimin kurucu unsuru olarak görmektedir. Konuşma insanın kimliğini ortaya çıkaran bir araçtır.[5] İnsanın eylemini gerçekleştirdiği en büyük örgütlü kamusallık ortamı polistir. Buna göre, siyasal alan özgür ve konuşan vatandaşların kendilerini ifade ettikleri, eylemde bulundukları ya da konuştukları örgütlü kamusallıklarının toplamıdır. Eylem teorisinde yer alan konuşma, Arendt'e göre, konuşma kamusal alandan oluşan bir eylemdir. Arendt 'ın konuşma fikri Aristoteles'in 'politik hayvanından' geliyor. Bu, insanların bireysel kimliğini ortaya çıkaran araçtır. Kimlik konuşma ve eylemle açıklanır, bu yüzden özel alandan ayrılırız, bu durum görünüm alanında başkalarıyla buluşmayı gerektirir. Eylem ve konuşma bir arada olduğunda insan özgürleşebilir ve insanileşebilir. Ancak o zaman kimliği ile var olabilir. Kim olduğumuz biz konuştuktan ve eyledikten sonra diğerlerinin bizim hakkımızdaki düşüncelerinde ortaya çıkar. Herkesin kalitesi farklıdır, konuşma ve eylem bireyin çeşitliliğini ortaya koyar.[2] İnsanlık Durumu’nda aktarılan biçimde konuşmasız eylem, eyleyenin kendinin farkına varamayacak olması; buna bağlı olarak da bir eyleyen kalmaması gerekçesi ile siyasal bir eylem değildir. Arendt’e göre eyleyen ancak aynı anda sözler de sarf edebiliyorsa var olabilir.[2] Konuşma ve eylemin dünyada kalabilmesi ise başka bir etkinliğin yardımına bağlıdır. Bu etkinlik insan eseri başka şeylerinde yapıcısı olan iştir.[2] Eyleyen ve konuşan insanların Homo Faber’in yardımına, yani şairlerin, yazarların, sanatçıların ya da tarihçilerin yardımına ihtiyaçları vardır. Çünkü bunlar olmadan, anlatılan hikâyeler asla geleceğe aktarılamaz.[2] Eylem, Arendt’in kamusal alanını oluşturan ve kendisi sayesinde insanın gerçekleşebildiği; aynı şekilde, dünyanın insana layık bir yer haline gelmesini sağlayan bir etkinliktir. Modern toplumda ise eylem, insanın kendisi aracılığıyla elde ettiği özgürlüğünü, yok ettiği bir etkinlik olarak ortaya çıkar. Arendt için, özgürlüğün yok olması demek kamusal alanın ortadan kalkması demektir. Buna göre kamusal alanı oluşturan eylemin, diğer taraftan onun çöküşüne neden olması, modern çağın bir paradoksudur. Fabrikadaki bir işçinin kendi ürettiği ürüne yabancılaşmasında olduğu gibi, insanlık da kendi eylemine ve dünyaya yabancılaşmaktadır. İnsanı temel bir güvensizliğe iten bu durum, modern insanın görüntüsüdür. Arendt’e göre Eylemlerinin yıkıcı sonuçlarıyla yüzleşmiş olan modern insan, amaç-araç ilişkisi arasındaki tutarlılığı yitirmiştir. Modern insan, amacın gerçekleşmesi için tüm araçları kullanır. Arendt için modern dünyada kamusal alanın çökmüş olduğunun en önemli kanıtlarından biri de geçmişte birbirlerinden kesin sınırlarla ayrılmış olan emek, is ve eylem etkinliklerinin sınırlarının birbirine karışmış olmasıdır. Arendt bu etkinliklerin antik yunanda olduğu gibi kesin çizgilerle birbirinden ayrılması gerektiğini savunur. Arendt için bu üç etkinlik, toplam olarak insanın praxis dünyasını oluşturur. Tüm etkinlikler zorunludur. Emek olmadan bireyler ve türler yaşayamaz; iş ve onun ortaya koyduğu dünya olmadan, insan bireysel kimliğini geliştiremez; eylem olmadan da insan yaşamı özgürlüğün, kişisel kimliğin ve anlamın eksikliğini yaşar.[5]

Sonuç yerine

Sonuç olarak ele alındığında Vita Activa kavramının bu üç etkinlik ile tekabül ettikleri koşullar insani varoluşun en genel koşuluyla yakından ilgilidir; doğum ve ölüm doğumluluk ve ölümlülük uğraşı içinde olan bireyin muntazam bir uğraş alanı olarak kamuya dahil olan ‘emek ve iş’ alanlarında anlatıdan çıkartılan temel mesele birey nezdinde emek alanı en az özgür olunduğu bir metafor iken iş alanı bir derece daha özgür olsa da baskıyı bünyesinde bulunduran burjuvaziye karşı direnç noktası olmaktan ibarettir. Son olarak ele alınan eylem alanında kendini şiddet tekelinden bağımsız olarak mücadelesi Arendt’in bireyin haklarını aramasındaki en kutsal aşama olarak karşımıza çıkar. Bu noktada önemli husus birey yapacağı protesto ve eylemler ile hakkını aramaktan başka uğraş içine girmemelidir. Zira bu hassas denge en ufak şiddet girişimi ile Anarşist bir eylem olarak adlandırılacaktır.[kaynak belirtilmeli]

Kaynakça

  1. ^ E. Attila, Aytekin, Gökhan, Atılgan (2012). Siyaset Bilimi, Kavramlar, ideolojiler, Disiplinler Arası İlişkiler. s.115. İstanbul: Yordam Kitap, Ekim,2015.
  2. ^ a b c d e f g h i j k l m n o p Arendt, Hannah. İnsanlık Durumu. B. S. Şener (Çev.) s.35-271, İstanbul: İletişim Yayınları 8.baskı, Aralık,2016
  3. ^ a b c Esin, Hamdi Dinçer, Hannah Arendt Düşüncesinde " Siyasal Alan " s.38-48, Kocaeli üniversitesi,2015
  4. ^ Seyran Başak Öcal, , Hannah Arendt’te Kamusal Alan Kavramının Epistemolojik Temelleri s. 162-163. Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İzmir,2006
  5. ^ a b ÖCAL, Hannah Arendt’te Kamusal Alan Kavramının Epistemolojik Temelleri,s.106-108